Klasik müzik, birçok disiplinde olduğu gibi müzikte de geniş anlamlar taşır ve tarihi boyunca çeşitli ülkelerde ve çağlarda farklı yorumlarla anlam kazanmıştır. Bugün “klasik” dediğimizde, genellikle hafif ya da popüler müziğin karşısında duran ve ciddi, yoğun bir geleneğe dayanan Batı Avrupa müziğini düşünürüz. Bu tanım, Ortaçağ müziğinden başlayarak modern dönemlere kadar uzanan ve yüksek sanatsal değer taşıyan tüm müzik türlerini kapsar.
Öte yandan, klasik müzik terimi çağdaş müzikten de ayrılır; örneğin çağdaş müzik, Debussy veya Boulez’den başlatılabilir. Aynı zamanda klasik müzik, barok, rönesans ve romantik müzikten de ayrılan belirli bir üsluba işaret eder. 18. yüzyılda Versailles’da Lully ve Rameau’nun, Viyana’da ise Haydn, Mozart ve Beethoven’in geliştirdiği farklı klasik üsluplar, teknik ve estetik anlamda birbirlerinden oldukça farklıdır. Dönemler arası geçişlerin, özellikle de Fransız ve İtalyan müzikleri arasında yaşanan 1752 tarihli “Soytarılar Savaşı” gibi büyük kültürel tartışmalara yol açtığını da belirtmek gerekir.
Müzikteki klasik ve romantik karşıtlığı ise Goethe gibi yazarlar tarafından çokça ele alınmış bir konudur. Johann Sebastian Bach, son barok dönemin en büyük temsilcisi olarak 1750 yılında hayata gözlerini yummuştu. Aynı yıllarda Haydn, Viyana’da müzik yazmaya başlamıştı. Bu iki büyük müzisyenin temsil ettiği farklı üsluplar, 18. yüzyılı adeta ikiye ayırır. İlk yarıya Bach, ikinci yarıya ise yeni bir üslupla ortaya çıkan Haydn ve Mozart damgasını vurur. Bach, kendinden önceki dönemlerin mirasını zirveye taşırken, Haydn ve Mozart, yeni bir çok seslilik ve yoğunluk anlayışı getirerek bu mirası kendi tarzlarında yeniden yorumladılar.
Bach’ın ölümünden sonra besteciler melodiyi daha sade bir yapıya kavuşturma eğilimindeydi, bu ise ilk başta kompozisyon yoğunluğunda bir düşüşe yol açtı. Ancak Haydn ve Mozart, 1780’lerde bu yeni üslubu daha ileriye taşıyarak klasik müziği yeniden zirveye ulaştırdılar. Her iki besteci de Viyana üslubunu geliştirerek müziği Avrupa’nın merkezi haline getirdiler. Haydn ve Mozart’ın son eserleri ile Beethoven’in tüm çalışmaları, 20. yüzyılın ortalarına kadar, müzikal anlamda en üst düzeyin simgesi olarak kabul edildi.
Viyana üslubu, 1780-1815 yılları arasında zirveye ulaşmıştı. Bu dönemde Avrupa’da Fransız Devrimi’nin getirdiği büyük sosyal ve siyasi değişimler yaşanıyordu. Viyana, Haydn’ın 1760’larda bestelediği senfonilerle müziğin en ileri arayışlarına ev sahipliği yapmaya başlamıştı. O dönemde Viyana, yalnızca bir müzik merkezi olmakla kalmamış, aynı zamanda farklı kültürlerden gelen sanatçılara da ev sahipliği yaparak müziği evrensel bir boyuta taşımıştı.
İkinci Joseph’in hükümdarlık döneminde, Viyana’da aydınlanma ruhuyla beslenen bir entelektüel ortam oluşmuştu. Haydn ve Mozart, bu zengin kültürel ortamdan ilham alarak eserlerini derinleştirdiler. Mozart’ın “Sihirli Flüt” operası, dönemin Viyana ruhunu, aydınlanma felsefesini ve insanlığı yücelten bir eser olarak klasik müziğe damgasını vurdu.
Haydn ve Mozart’ın ardından Beethoven, klasik müziğin evrensel bir dile sahip olduğunu insanlık temasıyla derinleştirerek vurguladı. “9. Senfoni”, insanlığın kardeşliğini yücelten mesajıyla klasik müziğin simgesi haline geldi. Beethoven’in eserleri, yalnızca kendi dönemi için değil, bugün hâlâ dinleyenleri derinden etkileyen ve evrensel değerlere hitap eden bir etki yaratmaya devam etmektedir.
Comments